Gregor Samsa gibi, bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulmamak için okursun.
Güzel bir güne uyanmanın umuduyla uyur, sabah gazeteyi eline alır almaz bir kâbusun içinde bulunursun.
Tam da umutla bakacakken geleceğe, bir bomba daha patlar ülkende, kahrolursun. Hem unutmak için okursun hem dünyanın çirkinliğine katlanmak için…
Ellerin nasır tutsa da çalışmaktan, kirayı neden geciktirdiğini anlatabilmek için, iki kelimeyi bir araya getiremeyen birine karşı en az üç yüz kelime konuşmak zorunda kalırsın.
Doğalgaz faturasını öder, suyu sonraki aya bırakırsın. İki yakanı bir araya getirmek için kırk takla atarsın, ama yine de okuma isteğin ağır basar, o kitabı alırsın.
Bazen tüm faturaları zamanında ödeyebilecek imkâna sahipken bile kederden kaçamazsın.
Bazen her gece üzerini örttüğün birini kaybetmenin acısını duyarsın içinde. Öldüğünde bir damla gözyaşı dökmezsin de sandalyede asılı kalan hırkasını gördüğünde dağlanır yüreğin. Acını dindirmek için okursun.
Bazen bir bacağı diğerlerinden kısa olan eski sandalyeye bakar, kendi eksiklerini düşünürsün bir bir ve bazen de eksiklerinden değil, sahip olduklarından utanırsın.
Şehir içi otobüslerinden birinde otururken, önündeki koltuğun demirine tutunur bir el. Kömür karasından emek izleri vardır her yanında. Kendi berrak ve pürüzsüz ellerine bakarsın, bir de onun saklamaya çalıştığı ellerine. Sonra kendi ellerini sıkıştırırsın dizlerinin arasına.
Dünyayı elleriyle görmeye ya da duymaya çalışan birini tanırsın, yine sahip olduklarından utanırsın. Kendine dünyada yaşamı sevdirecek sebepler bulamadığında kitaplarına sığınır, daha çok okursun.
Okur, unutursun. Okur, sevinirsin. Okur, üzülürsün. Okur, ağlarsın. Okur, ağlatırsın. Okur, incinirsin. Okur, içlenirsin. Okur, eğlenirsin. Okur, hayal edersin. Okur, kabul edersin. Okur, kahredersin. Okur, tanırsın. Okur, öğrenirsin. Okur, vazgeçersin. Okur, anlarsın. Okur, açılırsın. Okur, kapanırsın. Bazen de içine açılır, dışına kapanırsın.
Okumak içine bir yelpaze sallar sanki; acıyı hafif kılar, zamanı hızlı… Her zaman okuyacak yeni şeylere ihtiyacımız var. Dünya dönmeye, insan yaşamaya devam ettiği müddetçe, okumaya da devam edecek. Bizler de yazmaya…
Bazen okunsun diye yazacağız, bazen dokunsun diye.
Bazen çıkaracağız ceplerimize sakladığımız iğneleri yerinden, batıracağız cümlelerimizin gizli öznelerine.
Bazen de bir çocuğun eski defter sayfası sarısı saçlarını okşar gibi kuracağız cümlelerimizi. Öyle yumuşak, öyle hafif…
Bazen inceden domates-peynir dilimleyen bir kadın gibi yazacağız, bazen de yumruğunu havaya kaldırmış, elini yüreğine koymuş cesur bir adam gibi…
Bazen yaşayamadığımız için yazacağız, bazen tahammül edemediğimiz için.
Bazen ağlatacak satırlarımız, bazen yeşertecek içinizdeki umudu.
Bazen alkışlayacaklar, bazen çatacaklar kaşlarını.
Ne alkışlandığımız için şımaracağız ne de kaşlarını çattıkları için korkacağız.
Biz hep yazacağız… “Okuruz” derseniz, Kaos Günlükleri’ne her daim bekleriz.
Siz bir de yazıp yazıp sildiklerimizi görseniz…
Gregor Samsa gibi, bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulmamak için okursun.
Güzel bir güne uyanmanın umuduyla uyur, sabah gazeteyi eline alır almaz bir kâbusun içinde bulunursun.
Tam da umutla bakacakken geleceğe, bir bomba daha patlar ülkende, kahrolursun. Hem unutmak için okursun hem dünyanın çirkinliğine katlanmak için…
Ellerin nasır tutsa da çalışmaktan, kirayı neden geciktirdiğini anlatabilmek için, iki kelimeyi bir araya getiremeyen birine karşı en az üç yüz kelime konuşmak zorunda kalırsın.
Doğalgaz faturasını öder, suyu sonraki aya bırakırsın. İki yakanı bir araya getirmek için kırk takla atarsın, ama yine de okuma isteğin ağır basar, o kitabı alırsın.
Bazen tüm faturaları zamanında ödeyebilecek imkâna sahipken bile kederden kaçamazsın.
Bazen her gece üzerini örttüğün birini kaybetmenin acısını duyarsın içinde. Öldüğünde bir damla gözyaşı dökmezsin de sandalyede asılı kalan hırkasını gördüğünde dağlanır yüreğin. Acını dindirmek için okursun.
Bazen bir bacağı diğerlerinden kısa olan eski sandalyeye bakar, kendi eksiklerini düşünürsün bir bir ve bazen de eksiklerinden değil, sahip olduklarından utanırsın.
Şehir içi otobüslerinden birinde otururken, önündeki koltuğun demirine tutunur bir el. Kömür karasından emek izleri vardır her yanında. Kendi berrak ve pürüzsüz ellerine bakarsın, bir de onun saklamaya çalıştığı ellerine. Sonra kendi ellerini sıkıştırırsın dizlerinin arasına.
Dünyayı elleriyle görmeye ya da duymaya çalışan birini tanırsın, yine sahip olduklarından utanırsın. Kendine dünyada yaşamı sevdirecek sebepler bulamadığında kitaplarına sığınır, daha çok okursun.
Okur, unutursun. Okur, sevinirsin. Okur, üzülürsün. Okur, ağlarsın. Okur, ağlatırsın. Okur, incinirsin. Okur, içlenirsin. Okur, eğlenirsin. Okur, hayal edersin. Okur, kabul edersin. Okur, kahredersin. Okur, tanırsın. Okur, öğrenirsin. Okur, vazgeçersin. Okur, anlarsın. Okur, açılırsın. Okur, kapanırsın. Bazen de içine açılır, dışına kapanırsın.
Okumak içine bir yelpaze sallar sanki; acıyı hafif kılar, zamanı hızlı… Her zaman okuyacak yeni şeylere ihtiyacımız var. Dünya dönmeye, insan yaşamaya devam ettiği müddetçe, okumaya da devam edecek. Bizler de yazmaya…
Bazen okunsun diye yazacağız, bazen dokunsun diye.
Bazen çıkaracağız ceplerimize sakladığımız iğneleri yerinden, batıracağız cümlelerimizin gizli öznelerine.
Bazen de bir çocuğun eski defter sayfası sarısı saçlarını okşar gibi kuracağız cümlelerimizi. Öyle yumuşak, öyle hafif…
Bazen inceden domates-peynir dilimleyen bir kadın gibi yazacağız, bazen de yumruğunu havaya kaldırmış, elini yüreğine koymuş cesur bir adam gibi…
Bazen yaşayamadığımız için yazacağız, bazen tahammül edemediğimiz için.
Bazen ağlatacak satırlarımız, bazen yeşertecek içinizdeki umudu.
Bazen alkışlayacaklar, bazen çatacaklar kaşlarını.
Ne alkışlandığımız için şımaracağız ne de kaşlarını çattıkları için korkacağız.
Biz hep yazacağız… “Okuruz” derseniz, Kaos Günlükleri’ne her daim bekleriz.
Siz bir de yazıp yazıp sildiklerimizi görseniz…